Sayfalar

2 Mart 2017 Perşembe

Black Friday 2



Taksimde otobüsten indiğimizde 10 süslü kızın yol boyunca durmaksızın konuşmasından başım kazan gibi olmuştu.
Ama kızların ne bir buklesi bozulmuş ne rujlarının rengi solmuştu.
Bense sınırı katır sırtında geçmiş gibiydim.
Saçlarım birbirine girmiş, üstelik sıkıntıdan yanaklarım kızıldan bordoya dönüşmeye başlamıştı.

İstiklal Caddesinin kalabalığına karışarak buluşma mekanına doğru yürümeye başladık.

Vefa Lisesi Kız bando takımı korteji gibi süslü uçuş uçuş eteklikler içerisinde, saçları başları yapılı kızlarla yürümek cidden zordu ama belki içerisinde bulundukları durumu farkedip "biz ne yapıyoruz yahu" derler ve efendice ayrılırlar diye içimde az da olsa bir umut vardı.
Küçük ve zaman ilerledikçe azalan zavallıca bir umut.

Çok zavallıca.

Çok zavallıca çünkü yol kısaldıkça kalabalık grubumuzdaki kişi sayısı azalacağına artıyordu.
Evet artıyordu be.
Neden?
Bugün Cuma günüydü ve yurt ekibinden kızlardan birinin iki oda arkadaşı da bu civarda olduğu için bize katılmak üzere yoldaydılar.

Yürüdükçe beni afakanlar daha da daha da basıyordu.
Bir şekilde bu işten yakamı sıyırmam lazımdı.

Allahtan mekana vardığımızda ben kızların içeri girme arbedesinden faydalanarak "diğer kıza" kaş göz yapıp "sevgilili kıza" "az biraz işim var. hemen geliyorum." diyerek yan sokağa saptım. 

Biraz sonra telefonum "sevgilili kız" tarafından bir iki defa çaldırıldı ama pek de ısrarcı olmadı.

Biraz oyalanıp yurda dönmeyi planlıyordum ama sanki devamlı ortamların alemci bebesiymişim gibi cuma gecesi erkenden yurda dönmeyi de istemiyordum. 

Yarım saat şurda mı otursam burda mı derken benim ağzım burnum iyiden iyiye küllük gibi oldu.
Sigara içmiyordum ama taksim barlarındakiler maşallah termik santral bacasından hallice koyu dumanlar saçarak resmen tütüyorlardı. Eeee o zamanlar sigara yasağı yoktu. Bütün mekanlar puslu ve dumanlıydı.

Acaba gidip kızlar ne yapıyorlar diye baksam mı diye aklımdan geçirirken vazgeçtim. En iyisi  "diğer kız"a yurda döndüğümle ilgili bir mesaj yazmaktı. Mesaj karakter sınırı diye bir kavram vardı o zamanlar ne bahane yazsam da küsmese diye kafamdan bütün olasılıkları geçiriyordum ki yan sokaktan cep telefonuyla hararetli hararetli konuşan bir çocuk çıktı . Hızla bana doğru yürüyordu.
Tabii ben her zaman ki gibi sağa mı geçsem? sola mı geçsem? nasıl yol versem? diye karar verene kadar sokağın ortasında burun buruna geldik.

Yol vermek için yana çekildim ama kendini konuşmaya o kadar kaptırmıştı ki ortada öylece duruverdi.
Bir taraftan da sinirli sinirli konuşmaya devam ediyordu

-"Ya abi inanamazsın. Fatih "Taksim'e içmeye gidelim" diye beni getirdi buraya sonra ağzındaki baklayı çıkardı neymiş kız arkadaşıyla kankası da gelecekmiş. Ne kankası abi Boğaziçi'ndeki bütün vahim kızlar gelmiş diyorum. Tam 10 kişi abi. Allah o Fatihin belasını versin. Valla yarım saat ancak dayandım. Zor attım kendimi dışarı."

Bunu duyunca ben hem "ovvv fenaa" deyip hem ehehehe güldüm.

Çocuk bana dönüp baktı ters ters.

"Merhabaaaa" dedim.
Çocuk telefonu kapatıp şaşkın "Merhaba" dedi.
"O bahsettiğiniz vahim kızların bir kısmı da burada. Yani ben. Taksim yönetimi hepsini sizin mekana tabii ki sığdıramadı birazını da yanlardaki mekanlara yerleştirdi. "

Çocuk da "oooo fena " demesin mi.
Hem de muhteşem bir gülüşle.

Kahretsin.




1 Mart 2017 Çarşamba

Black Friday 1. Bölüm

Üniversite birinci sınıfın en güzel ve kaygısız günlerini geçiriyorduk. 

Yurt odasında üç kişiydik. Kakara kikiri sevgilisiz ve dolayısıyla bir o kadar da rahat hayatımız üzerine demeçler veriyor, bel lastiğini çenemize kadar çektiğimiz aşortmanlarımızla walkmande kaset dinleyip calculus çalışıyorduk. Havalı olsun diye calculus dedim yoksa bildiğin matematik türev integral falan.

Her güzel şeyin elbet bir sonu vardı.Bu bilim ve huzur dolu ortam sonsuza kadar devam etmeyecekti tabii.  Bizim bu uyum, dostluk, halkların kardeşliği hikayemiz de oda arkadaşlarımızdan birinin denizcilik fakültesinden sevgili bulmasıyla son bulmuştu.

İktisat fakültesi değil. 
Fen edebiyat fakültesi.
Mühendislik fakültesi değil.  
DENİZCİLİK fakültesi.
Kaptan bildiğin. Üniformalı falan yani.

Kızcağız ayna karşısında hazırlanırken onu kıskançlıkla izleyen 2 cift göz olmuştuk artık.
Ne giyse olmuyordu,
Ne dese yaranamıyordu.

Günlerden bir gün biz iki sevgililess kız odada iskambil kartlarının valelerinde aşkı ararken, "sevgilili kız" cuma gecesi erkek arkadaşının kankalarıyla Taksimde olacağını ve bizim de gelsek süper olacağını söyledi.

Allaaaaah!

"Bilmem ki" falan dedik ama sonunda "Tamam ehh olabilir" dedik.

Cumayı iple çekmeye başladık. 
Ne giyseydik? Ne sürseydik? Nelerden bahsetseydik? 
Bir bar dolusu süper yakışıklı denizciden bahsediyorum.

"Yankee go home" diyen ataların "Yankee come home" diyen torunları idik resmen.

Durum vahimdi.
Tarih bizi utançla yazacaktı.
Ama heyecan doruktaydı.
Kimin umurumda yani:))

Cuma günü kendime göre en süper kıyafetimi yani kotumu ve gömleğimi giydim.
Ben, "diğer kız" ve "sevgilili kız" yurt odamızdan adımımızı atar atmaz buram buram viva capio kokan bir kız grubunun ortasına düştük. Grup dedim de bir kişi iki kişi değil.
Tam sekiz kişi.
Sekiz kız.

Hani fıkra yapsak 3 fıkralık adam var ortamda. 11 kişiyiz.

"Gidiyor muyuz?" diye sordu kızlar "sevgilili kız"a.

"Gidiyor muyuz"un anlamını o an kavrayamadım.

Gidiyor muyuz!!!!

Lan.

Denizcilik fakültesini, üniformayı duyan yurt kızları kopmuş gelmiş. 
Saçına maşa yapan koşmuş kapımıza dayanmış.

"Diğer kız" a döndüm gözlerimi devirerek teessüf ederim bakışı attım.

-"Ben gelmiyim" dedim,


Zaten saçımda maşa bile yokken batik elbiseli, etekli sekiz kızla rekabet etme şansım neredeyse sıfıra yakındı.

"Sevgilili kız" 
-Aaaa olmaz ama. Bir sürü kişi gelecek sevgilimle de. Kalabalık ortam vazgeçmek olmaz dedi.

Kımıl kımıl kımıldaşan kızlara bakıp kararımı verdim. 

Beraber Taksime gidecektim ama oradan başka bir yere mekana geçecektim.

Bu rezaletin bir parçası olamazdım.

O kadar da değildi.

Benim de kendime göre bir karizmam vardı.

Sevgilili kız, diğer kız, ben ve sekiz saçı maşalı kız yurttan çıkıp durağa yürümeye başladık.